YILDIZ TECHNICAL UNIVERSITY FACULTY OF ARCHITECTURE E-JOURNAL

E-ISSN 1309-6915
Volume: 19 Issue: 1
Year: 2024

Current Issue Published Issues Most Accessed Articles Ahead of Print
Index and Coverage
Avery Index
DOAJ
EBSCO
Erih Plus
ESCI – Clarivate
GALE Cengage
Genamics
ProQuest
TR Dizin
TUBITAK Ulakbim
Ulrichs Web
Megaron: 13 (1)
Volume: 13  Issue: 1 - 2018
Hide Abstracts | << Back
ARTICLE
1.Biophilia as the Main Design Question in Architectural Design Studio Teaching
Kutlu Sevinç Kayıhan, Sedef Özçelik Güney, Faruk Can Ünal
doi: 10.5505/megaron.2017.59265  Pages 1 - 12
Psikoloji ve felsefe disiplinlerinden gelen bir kavram olan “biyofili” nin mimarlıktaki yansıması, mimari tasarımın ana girdisi olarak bina ile doğa arasındaki ilişki üzerine odaklanmaktadır. Günümüz modern kentlerinde doğal çevre - yapma çevre arasındaki kopukluğun ortadan kaldırılması amacıyla “biyofilik mimarlık” ana başlığı altında çeşitli boyutlar ve tasarım ölçütleri tanımlanmıştır. Bu çalışmada, doğaya duyarlı bir tasarım ortamı yaratılması amacıyla, örneklenen mimarlık lisans programındaki tasarım stüdyosunda bu boyutlara dikkat çekilmektedir. Bununla birlikte tasarım stüdyosu öğrencilerinin odak noktası, binaların biçimsel odaklı bir yaklaşım ile tasarlanmasından ziyade, doğayı ve insanı kentsel ortamda bütünleştirmek için bir araç olarak tasarlanmasıdır. Bu çalışma, üçüncü yıl mimarlık öğrencilerinin tasarım stüdyosu programına dahil edilen biyofili kavramına yaklaşımını araştırmayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda öğrencilerin doğa-bina ilişkisine olan duyarlılıkları, tasarım reaksiyonları ve sorunu ele alma biçimleri incelenmiştir. Öğrencilerin biyofili problemine yönelik eğilimleri, literatürde belirtilen başlıca parametrelere göre değerlendirilmiştir.
The reflection of biophilia, a concept coming from the disciplines of psychology and philosophy, in architecture emphasizes the connection between a building and nature as the main input of architectural design. Various dimensions and design criteria have been defined under the main heading of biophilic architecture, with the objective of eliminating the gap between the natural and the built environment in today’s modern cities. This study explored the approach of third year architecture students to biophilia embedded in the design studio program, rather than pursuing a formal, focused approach. The students’ sensitivity to a building being a tool to connect nature and humans in urban settings and design reactions were assessed in the context of the major parameters mentioned in the literature.

ARTICLE (THESIS)
2.The Urban Conservation Approach of Cittaslow Yalvaç
Ayça Özmen, Mehmet Cengiz Can
doi: 10.5505/megaron.2017.67689  Pages 13 - 23
Yavaşlık Hareketi’ni kent yönetimi alanında benimseyen küçük kentler ağı olan Cittaslow Birliği, 1999 yılında İtalya’da kurulmuştur. 2017 yılı Mayıs ayı itibariyle, dünyada 30 ülkede 235 Cittaslow yerleşimi bulunmaktadır. Bu kentlerden 14’ü ülkemiz sınırları içinde yer almaktadır. Türkiye’nin ilk Cittaslow yerleşimi, bugün Cittaslow Ulusal Ağı’nın da merkezi olan Seferihisar’dır. Akdeniz Bölgesi’nde yer alan ve Isparta’nın bir ilçesi olan Yalvaç ise, 2012 yılında Uluslararası Cittaslow Birliği’ne üye olmuştur. Cittaslow statüsünün elde edilmesinde, 2000’li yılların başında Yalvaç Belediyesi, ÇEKÜL, üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliğinde başlatılan “Yalvaç Kültürel - Doğal Değerlerin Korunması, Geliştirilmesi ve Turizmin Çeşitlendirilmesi Projesi” önemli rol oynamış; Cittaslow üyeliğinin altyapısını oluşturmuştur. Bu makalede, Yalvaç örneği üzerinden, Cittaslow Birliği’ne üye bir tarihi yerleşimin, bu üyelikten yıllar önce bağımsız olarak geliştirdiği koruma yaklaşımına ve bu yaklaşımın süreç içinde bu birliğe katılmasını nasıl etkilediğine değinilmiş; kentin kentsel koruma alanında yaptığı uygulamalar ile Cittaslow üyeliğinin birbirine olan etkileşimi yavaşlık düşüncesi üzerinden tartışılmıştır.
Cittaslow International, which is a network of small cities and towns that embrace the Slow Movement in the field of city management, was founded in 1999 in Italy. As of May 2017, there were 235 Cittaslow cities in 30 countries, and 14 are located in Turkey. The first Turkish Cittaslow community was Seferihisar, which is also the headquarters of the Cittaslow National Network of Turkey. Yalvaç, a town and district in the province of Isparta, in the Mediterranean region of Turkey, was accepted as a member of Cittaslow International in 2012. A Project for the protection and development of cultural and environmental values and tourism diversification initiated by the Yalvaç municipality; one of the leading heritage non-governmental organizations (NGOs) in Turkey, the Foundation for the Protection and Promotion of the Environment and Cultural Heritage; universities; other NGOs; and the Ministry of Culture and Tourism in the early 2000s, played an important role in obtaining this Cittaslow membership. This study examines the Yalvaç case and explores how a historic Turkish town developed an approach to urban conservation years ago, before seeking Cittaslow membership, and how this approach affected its membership in the association and the concept of slowness. It also discusses the interaction between its implementations in the field of urban conservation and its Cittaslow membership in terms of slowness.

3.A Proposed Method for Decisions on the Rehabilitation of Building Facades
Banu Erturan, Özlem Eren
doi: 10.5505/megaron.2017.87059  Pages 24 - 38
Doğanın ve doğal kaynakların gelecek nesiller için korunması gerektiği bilincinin arttığı günümüzde, sürdürülebilirlik kavramının önemi de her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Buna paralel olarak, sürdürülebilir mimari, planlama ve tasarım aşamalarından başlamak üzere, yapım-üretim, uygulama, kullanım ve yıkım aşamalarının tamamını kapsayacak şekilde uzun vadeli ve çok yönlü olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Her bina yapım sürecinde doğaya belli miktarda zarar vermektedir. Bu bağlamda, mevcut binayı yıkıp yenisini yapmak yerine, binanın performansını optimum düzeyde tutacak çalışmalar yapmak, hem çevresel ve ekonomik fayda sağlamak hem de mimari kimliği korumak açısından sürdürülebilir bir yaklaşım olarak nitelendirilebilir. Binanın toplam performansının artırılması veya mevcut performansın korunmasındaki, anahtar faktörlerden biri cephelerin yenilenmesidir. Cephede yapılacak kısmi veya kapsamlı yenilemeler, binanın her türlü performansına doğrudan yansıyacaktır. Ancak, bina performansının korunması ve artırılmasını sağlamada yenileme eyleminin gerçekleştirilmesi kadar yenileme kararının verilmesi ve doğru yenileme stratejilerinin belirlenmesi de etkilidir. Bu çalışmada, mevcut bir bina cephesini yenilemeye karar verme sürecinde ve sonrasında kullanılabilecek, cephenin mevcut durumunun değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonrasında yenilenme gerekli görülen cephenin hangi süreçte yenilenmesinin uygun olacağının tespit edilmesine yönelik bir yöntem geliştirilmiştir.
The idea of the need to protect nature and natural resources is gaining importance every day. Sustainability refers to the protection of the environment for future generations. Architectural planning and design, as well as construction and demolition are now being evaluated with a long-term and multi-sided perspective. The use of existing building stock has great advantages in terms of resources and energy consumption in contrast to the damage to the environment inherent in the construction of a new building. The use of existing building stock allows for preservation of the environment and architectural identity, as well as economic benefit. Facade rehabilitation has become a key factor. Partial and extensive rehabilitation of building facades is directly proportional to the overall performance of the building. The decision to rehabilitate and the correct means of rehabilitation are critical to the building’s performance. This study is an examination of the process of making the decision to rehabilitate an existing building facade and the current methods of rehabilitation.

RESEARH BRIEF
4.Flexible Work Environments’ Effects on Employees’ Satisfaction in an Intelligent Office Building
Özgür Göçer, Ebru Karahan, Işıl Oygür İlhan
doi: 10.5505/megaron.2017.46547  Pages 39 - 50
Çalışma mekânları içinde bulundukları dönemin sosyo-kültürel, ekonomik ve toplumsal yapısı ile şekillenen ortamlardır. Günümüzde, teknolojinin ve sürdürülebilirlik olgusunun yaşam ve iş yapma biçimlerini değiştirmesiyle çalışma mekânları yeniden kurgulanmaktadır. Çalışma mekânlarının değişmesinde en etkili unsurlardan biri esneklik kavramıdır. Esnek çalışma mekânları çalışanların iletişimini kuvvetlendirecek ve yatay hiyerarşiyi destekleyecek şekilde tasarlanmaktadır. Esnek çalışma mekanlarında açık ofis alanları aktivite odaklı alanlarla desteklenmekte ve çalışanların konsantrasyon gerektiren çalışma, toplantı ve ekip çalışması gibi ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde planlanmaktadır. Bu durumun bir göstergesi olarak günümüz bilgi ve teknoloji çağında organizasyonlar ofis olarak akıllı binaları ve esnek çalışma mekânlarını tercih etmeye başlamışlardır. Fiziksel çevre tasarımının çalışan memnuniyeti ve verimi üzerine etkileri bilindiğinden, bu yeni tip çalışma mekânları özelinde tasarımın ve çevre kalitesinin çalışan memnuniyeti, verimi ve yapılan işin kalitesine etkileri üzerine araştırmalar dünyada, özellikle Kuzey Amerika ve Avrupa’da hız kazanmıştır. Ancak, Türkiye’deki çalışma mekânları özelinde bu gibi çalışmalar sınırlıdır. Bu çalışmada, bu boşluğu doldurmak amacı ile İstanbul’da yer alan LEED sertifikalı bir binada hizmet veren bir firmanın esnek çalışma mekânı örnek olarak seçilmiştir. Anket, görüşme ve yerinde gözlem yöntemlerine dayanan bir kullanım sonrası değerlendirme çalışması yürütülmüştür. Elde edilen bulgular esnek çalışma düzeni, fiziksel çevre koşulları ve mekânsal tasarım bağlamında çalışan memnuniyetine etkileri açısından değerlendirilmiştir.
Social, cultural, and economical structures shape physical work environments. Today, workplaces are reconstructed according to the effects of sustainability and technology on the form of working. Flexibility is one of the most influential elements affecting the change of workplaces. Flexible workplaces are designed to strengthen the communication and to support the horizontal organizational structure. Open office areas are planned to meet the need for activities such as relaxation, conversation, meeting, concentration, and teamwork. In the era of the knowledge society and technology, organizations increasingly prefer smart buildings and flexible workplaces as their work environments. As a result, there is a growing literature, especially in North America and northern Europe, on the impact of flexible workplace design and indoor quality on employee satisfaction, productivity, and work quality. However, such studies are still limited in Turkey. To fill the gap, this research focuses on a flexible workplace located in a LEED -certified building in Istanbul. A post-occupancy evaluation was conducted in this office. Data collection methods included questionnaires, interviews, and participant observations. The data was analyzed based on the employees’ satisfaction from the flexible workplace.

ARTICLE (THESIS)
5.Conversion Process and Architectural Analysis of Churches Converted Into Mosques in Çatalca Province
Sezgi Giray Küçük, Kemal Kutgün Eyüpgiller
doi: 10.5505/megaron.2017.07088  Pages 51 - 66
İstanbul’un batısında konumlanan Çatalca Vilayeti’nde, Türkiye ile Yunanistan arasında gerçekleştirilen nüfus mübadelesi (1923-1930) öncesinde yaklaşık 30 kilise bulunmasına karşın yalnız sekiz kilise günümüze gelebilmiştir. Bunlardan altısı mübadele sonrasında camiye çevrildiği için korunmuş, ikisi ise başka herhangi bir işlevle kullanılmadığından harap olmuştur. Bu çalışmada, Çatalca Vilayeti içerisindeki, mübadele sonrasında camiye çevrilen kiliselerin dönüşüm süreci ve mimari özellikleri incelenmiştir. 19. yüzyılın son ve 20. yüzyılın ilk çeyreği arasında inşa edilen bazilikal plan şemalı bu kiliseler, çoğunlukla üç nefli, beşik çatılı, tuğla ve moloz taş kullanılarak inşa edilmiş yapılardır. Dönüşüm sürecini tetikleyen ortak geçmişleri ve birbirine yakın konumlarıyla bu yapılar, bir kültür rotası çerçevesinde değerlendirilme potansiyeline sahiptir. Bu doğrultuda bunların bilinmeyen tarihinin ortaya çıkarılmasını destekleyecek bir müzenin kurulmasının, kültür varlıklarının korunma süreci ve mimari özelliklerinin daha çok kişiye tanıtılmasında önemli bir rol oynayacağı düşünülmektedir.
Although there were approximately 30 churches in the province of Çatalca, situated in the west of Istanbul, prior to the population exchange between Turkey and Greece (1923-1930), only eight of these churches survived. Six of them were preserved by being repurposed as a mosque after the exchange, and two fell into ruin as a result of neglect and disuse. This study is an examination of the conversion process and architectural characteristics of churches in Çatalca that were converted into mosques. Having been built based on a basilica plan between the last quarter of the 19th century and the first quarter of the 20th century, most were constructed with brick and stone rubble, and include a three-nave hipped roof. The establishment of a museum that will support further research of the unknown history of these structures would help to introduce the conversion process and the architectural features of these cultural assets to the public.

ARTICLE
6.An Evaluation of the Küçükçekmece Ottoman Match Factory as Industrial Heritage
Adile Binnur Kıraç, Burcu Selcen Coşkun, Diğdem Erdoğan
doi: 10.5505/megaron.2017.39259  Pages 67 - 84
İnceleme konusu olan ‘Osmanlı Kibritler Fabrikası da Osmanlı toplumunun, dünyadaki endüstrileşme sürecine eklemlenme çabalarının bir temsilcisi olarak görülmüş ve endüstriyel miras boyutuyla ele alınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın ikinci yarısında yabancı sermayederler tarafından kurulan girişimlere örnek teşkil eden bu fabrika, Kav ve Kibrit Osmanlı Şirketi’ni kuran Fransızlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Çeşitli kaynaklarda farklı bilgiler bulunmakla birlikte; 1893 yılında inşaat ruhsatı alınan fabrika 1897 yılında kurulmuş ve çalışmaya başlamıştır. Kısa süre çalışan fabrika yüzyıl sonunda özgün işlevini kaybetmiştir. Bu makale ile günümüze büyük ölçüde mimari bütünlüğünü koruyarak ulaşmış yapının öncelikle kültür tarihimizdeki yeri ve önemini belirlemek suretiyle endüstriyel miras olarak tanıtılması amaçlanmıştır. Özellikle konumu itibariyle, Marmara sahilinde Yedikule–Küçükçekmece arasında Rumeli demiryolu hattı paralelinde oluşturulan Osmanlı dönemi sanayi aksının bir parçası olması üzerinde önemle durulmuş; bu aksın ‘endüstriyel kültür aksı olarak’ tanımlanması, yapının kültür tarihimizdeki bağlamsal bütünlüğü ortaya konması açısından önemli görülmüştür. Günümüzde faklı işlevlere hizmet eden büyük ölçüde de atıl durumdaki fabrika yapısının özgün işlevi ile kuracağı anlamsal bağın mirasın korunması ve aktarımındaki rolü önemsemiştir. Yapının işlev analizi yapılmak suretiyle özgün mekan kurgusu plan bazında irdelenmiştir. Çalışmada, bu yapı özelinde endüstri mirasımızın kültürel bağlamının kurulmasının, bütüncül bir yaklaşımla ele alınmasının önemi vurgulanmaya çalışılmıştır. ‘Endüstri Mirası’, 20. yüzyılın ikinci yarısında miras kavramındaki genişleme ile birlikte tanımlanan yeni bir mirastır. Endüstri toplumunun dehasının, duygusallığının, hırsının fizik dünyada oluşturduğu maddesel kültür ve toplumun aktif bir eylemi olarak yorumlanan ‘endüstri mirası’ kavramı aynı zamanda endüstri öncesi üretim faaliyetlerini de içerecek biçimde oldukça geniş bir kapsamda ele alınmaktadır.
Industrial heritage was included as a new genre when the definition of heritage was expanded in the second half of the 20th century. The concept of industrial heritage is used to interpret the material culture and activities of a society as reflections of industrial development and human spirit. It includes a wide range of sites from all points in history. The Küçükçekmece Ottoman match factory is an industrial heritage site that exemplifies Ottoman participation in international industrial progress. It was founded by a French company in the second half of the 19th century, received its production license in 1893, and started to manufacture matches in 1897. The original function of the factory, however, was short-lived, lasting only until near the end of the century. Today, the building it is divided into sections with different uses. This article is an evaluation of an industrial heritage asset, Ottoman Match Factory and its significance in the cultural history of Turkey. Its location is particularly important, as part of an industrial area of the Ottoman period along the Marmara Coast, parallel to the Rumeli railway. This area is defined as an industrial-cultural axis in the cultural history of Turkey. Factory’s connection to its past determines its heritage values. This study analyzes its original use and provides an evaluation of the potential for the re-use of the building as a whole. In addition, it is a discussion of the importance of the cultural context of industrial heritage sites, using Küçükçekmece match factory to highlight the need for a holistic approach to preservation.

RESEARH BRIEF
7.A Study on the Contributions of the Modernization Process in Kayseri: The Kayseri Train Station and its Environment
Filiz Sönmez, Semra Arslan Selçuk
doi: 10.5505/megaron.2017.09825  Pages 85 - 101
Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine kalan en önemli miraslardan biri de demiryolları ve tren istasyonlarıdır. Erken Cumhuriyet Dönemi’nde ülkenin modernleşme/kalkınması yönündeki politika, demiryolu ağının ülke genelinde yaygınlaşması üzerine kurgulandığı bir gerçektir. Bu bağlamda tren istasyonları ve donatılarını, sosyo-kültürel içerikleri ile kenti ve kentliyi modernleştirme projesinin de bir parçası olarak düşünülebilir. Çalışmada, Kayseri Tren İstasyonu ve İstasyon Caddesi’nin oluşumu kapsamında kentin mekânsal ve toplumsal değişimine/dönüşümüne yaptığı katkı incelenmiştir. Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Kayseri Tren İstasyonu (1929) örneğinde, yapının ve ilgili donatılarının kentin fiziksel çevresine etkisi; yeni yollar, konut alanları, kamusal alanlar ve modern peyzaj düzenlemeleri ile kent merkezinden sonra (1935 yılı Sümerbank yerleşkesi ile birlikte) şehrin kuzeyinde yeni bir çekim merkezi olarak özetlenebilir. Toplumsal boyutunda ise İstasyon binası ve çevresinin İstasyon Caddesi’yle birlikte ulus-devletin görünürlüğünü ve gücünü yansıtan, eğitim faaliyetlerinden millî bayram kutlamalarına kadar pek çok eyleme ev sahipliği yapmıştır. Caddenin çevresinde şekillenen modern konutlarıyla, Kayseri halkının modern yaşamla bağlantısının kurulduğu ilk ara yüz oluşturduğu da iddia edilebilir. Bu çerçevede Tren İstasyonu ve İstasyon Caddesi’nin, yapı ölçeğinin ötesinde, kentsel mekândaki karşılığı, bir başka ifade ile, sağladığı mekânsal ve toplumsal değişim/dönüşüm “Kayseri kentinin kendi yerel parametreleri” ile okunmuştur. Bu sayede, Kayseri Tren İstasyonu kapsamında kentin Erken Cumhuriyet Dönemi modernleşme sürecine ışık tutması adına ipuçları da elde edilmiştir. Tüm Anadolu kentlerinde benzer yaşanmışlıklar/değişimler olabileceği gibi yerel farklılıkların da deneyimlenmiş olabileceği varsayımıyla, bu çalışmanın tren istasyonu donatılarının ve kentle ilişkisinin araştırılarak literatüre eklemlendirilmesi üzerine dikkat çekmesi umulmaktadır.
One of the most important investments that the Republic of Turkey inherited from the Ottoman Empire was its network of railways and stations. It is well known that the modernization/development policy of the early Republican period of Turkey was built on the expansion of the railway network across the country. In this context, train stations and the railway environment, as well as the socio-cultural make-up of the city and its citizens, can be seen as part of the national and local modernization project. This study examines the Kayseri Train Station and İstasyon Caddesi (Station Street) and their contributions to the transformation of the city within the context of the modernization project. The impact on the city’s physical environment included new roads, residential areas, public spaces, modern landscaping, and new sub-centers in the north of the city. A wide variety of socio-cultural activities have taken place there, ranging from the addition of educational facilities to official celebrations of national holidays, and the area reflects the visibility and power of the nation-state. It is possible to argue that, along with the modern housing facilities located nearby, these structures can be seen as the groundwork in connecting the people of Kayseri with “modern life.” Therefore, their role in the physical and socio-cultural transformation of the city was examined not only in terms of structure and scale with regard to urban space, but specifically in terms of Kayseri’s own local parameters. While all Anatolian cities may have experienced similar transformations, upon close examination, distinct differences can be observed.

ARTICLE (THESIS)
8.An Examination of the Relationship Between Enclosed Residential Areas, Other Residences, and Public Spaces
Meryem Melis Cihan, Müyesser Ebru Erdönmez Dinçer
doi: 10.5505/megaron.2017.81994  Pages 102 - 116
Küreselleşen dünya düzeni, güçlenen neo-liberal politikalar 1970’lerden itibaren farklı zaman aralıklarında dünyanın birçok yerinde sınırlandırılmış/kapalı yerleşmeleri ortaya çıkarmıştır. Küreselleşme ile artan ulaşım ve iletişim teknolojisinin gelişimi, hızlı nüfus artışının kentteki tehlikeyi ve bu duruma duyulan korkuyu artırması, sosyal ve ekonomik sınıflar arasındaki kutuplaşmanın çoğalması ile birlikte insanlar birbirinden kopuk yaşam biçimlerini benimsemektedir. Bu anlayışın mekansal düzleme yansıması olarak konut yerleşimleri kent içerisinde parçacı, fiziksel keskin sınırları bulunduran kent ile ilişkileri zayıf yerleşimler olarak inşa edilmektedir veya eski yerleşimlerde sonradan oluşturulan sınırlarla bu hale dönüştürülmektedir. Bu haliyle sınırlandırılmış/kapalı yerleşmeler hem sosyal hem de mekansal olarak ayrışmanın, toplumsal kutuplaşmanın göstergelerindendir. Çalışmanın amacı sınırlandırılmış/kapalı yerleşimlerinin farklı bir kurgu ile, kamusal alanlar ile ilişkilerinin artırılması düzenlenmesi yoluyla kente entegre edilip edilemeyeceğini sorgulamaktır. Kamusal alanlar insanların karşılaşabileceği, birbirlerini görüp tanıyabileceği alanlar olduğundan bu kurgu içinde konut ve kamusal alan ilişkisinin iyi irdelenmesi gerekmektedir. Bu alanlar insanların birbirlerine yabancılaşmalarını önleyip kutuplaşmanın azaltılabileceği alanlar olarak düşünülmektedir. Bu şekilde de toplumsal ayrışmanın azaltılabileceği öngörülmektedir. Makalede yapılan literatür çalışması ve alan çalışması sonucunda kamusal alanlarda sosyal ilişkileri kuvvetlendirmek için dikkat edilmesi gereken kriterler ortaya konmaya çalışılmıştır. Konut alanları ve kamusal alanların aralarındaki nasıl bir ilişkinin toplumsal kutuplaşmayı azaltıp sosyal ilişkileri artırabileceği yapılan çalışma ile sorgulanmaktadır.
Globalized world order and the strengthening of neo-liberal policies since the 1970s contributed to the building of enclosed residential areas in many regions of world. The evolution of transportation and communication technologies with globalization, an increase in crime and fear that accompanied rapid population growth, and the growth of polarization between social and economic classes led many people to choose a more individual, disconnected lifestyle. As a spatial reflection of that understanding, residences are often built with strict boundaries, creating fragmentation in the city and weakening the relationship between residential areas and the city. Some existing areas are enclosed, while others are designed as restricted, gated communities. Spatial and social segregation and polarization grow. This study was an exploration of designing to fostering connections between people, rather than separation, and encouraging more social interaction through public spaces, particularly in residential areas.

ARTICLE
9.Early Houses Designed By Farkas Molnár and Semih Rüstem: An Examination Based on Bauhaus and KURI Principles
Duygu Saban
doi: 10.5505/megaron.2017.10437  Pages 117 - 131
Bu çalışma 1922’de Bauhaus Weimar’da kurulmuş ve yayınladıkları manifesto ile adından söz ettirmiş olan KURI grubu üyesi Semih Rüstem ve Farkas Molnár’ın erken dönem tasarımlarına odaklanmaktadır. Çalışmanın amacı her iki mimarın erken dönem konutlarını Bauhaus ve KURI ilkeleri doğrultusunda tasarlayıp tasarlamadıklarını sorgulamaktır. Bu amaçla mimarların 1930 ve 1932 yılları arasında inşa edilmiş olan ikişer konut projesi seçilmiş ve iki aşamalı bir inceleme yapılmıştır. İlk olarak konutların mekânsal organizasyonu, tasarlanan mekânlar ve birbiriyle ilişkileri bağlamında irdelenmiş, ikinci aşamada ise konutların zemin kat planları ve kütle tasarımları biçim grameri yöntemiyle analiz edilmiştir. Yapılan inceleme sonucunda Semih Rüstem ve Farkas Molnár’ın konut tasarımlarında ortak önceliklerinin olduğu, tasarımlarının yaratıcı, elemanlar arasında uyum gözeten ve dışa vurumcu bir anlayış sergilediği söylenebilir. Bauhaus Weimar’ın ilkeleriyle paralellik gösterdiği düşünülen bu anlayış, aynı zamanda konutların akılcı, fonksiyonel ve süslemeden uzak iç ve dış tasarımlarıyla ortaya konulmuştur. İncelenen konutların geometrik kütle tasarımının ise KURI manifestosundaki ilkelerle uyumlu olduğu savunulabilir.
This study focuses on early works of Semih Rüstem and Farkas Molnár, who were both members of a group called KURI (an acronym for constructive, utilitarian, rational, international), which was established at Bauhaus in Weimar, Germany, in 1922. Two house projects of each architect, built between 1930 and 1932, were selected and evaluated according to Bauhaus and KURI principles. The assessment comprised two stages: first, the spatial organization of the house was analyzed, and second, a shape grammar examination of the ground floor and the mass of the buildings was performed to comprehensively reveal the design principles of the architects. It was evident that Semih Rüstem and Farkas Molnár had common priorities in terms of house design, and that their designs were creative, harmonious in terms of elements, and expressionist, which is consistent with Bauhaus principles. Furthermore, the functional and rational planning of the houses, as well as the exterior and interior designs with a deliberate lack of ornamentation, and the use of geometric shapes, demonstrate that both architects produced work that observed the principles stated in the KURI manifesto. The study further revealed that Semih Rüstem was arguably also inspired by the spatial organization and facades of traditional Turkish houses.

10.Child-Centered Disaster Management
Sevgül Limoncu, Ahmet Bircan Atmaca
doi: 10.5505/megaron.2017.49369  Pages 132 - 143
Afetler oluşma zamanı belirlenemeyen, doğal ve insan kökenli nedenlerle oluşan, insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar meydana getiren olaylardır. Afet öncesi, anı ve sonrasında afetlere hazırlıklı olmak için afet yönetim planları oluşturulmaktadır. Afet yönetim planları aracılığıyla olası afetlere karşı hazırlıklı olunmakta, afetlerin bıraktığı olumsuz etkiler hızlı bir şekilde atlatılmaktadır. Afet yönetim planları can kayıplarının en aza indirilmesini amaçlamaktadır. Afetlere hazırlıklı olmak için yapılan mevcut afet yönetim planları çocukları da kapsamaktadır, ancak çocukların ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmaktadır. Dünyada bu konu üzerinde birçok çalışmanın yapıldığı ve uygulamaya geçirildiği görülmektedir. Ancak Türkiye’de çocuk merkezli afet yönetim planları bulunmamaktadır. Bu çalışmanın; çocuklar için afet öncesi, anı ve sonrasında yapılması gerekenleri içeren çocuk merkezli afet yönetim planlarının geliştirilmesi konusunda bilinç ve farkındalık sağlayacağı, bir rehber oluşturacağı düşünülmektedir.
Disasters occur due to natural and man-made causes at an unknown time and bring about physical, economic, and social losses. Disaster management plans are developed in order to be prepared before, during, and after a disaster. With a disaster management plan, the negative effects of disasters can be more rapidly overcome. Disaster management plans are aimed at minimizing loss of life. Current disaster management plans include consideration of children, but they are inadequate to meet children’s needs. Many studies on this subject have been conducted and put into practice elsewhere in the world, but child-centered disaster management plans have been neither studied nor developed in Turkey. The objective of this study was to raise awareness about developing thorough child-centered disaster management plans and to serve as a guide for future studies.

11.Alternative Approaches in Architectural Design Education: ‘Parasitic Architecture’ as a Space Design Strategy
Derya Yorgancıoğlu, Tayibe Seyman Güray
doi: 10.5505/megaron.2017.74946  Pages 144 - 155
Bu çalışmanın amacı mimari tasarım stüdyosunda mimarlık ürününün kentsel mekânla kurduğu diyaloğun, mekânın parazitik bir şekilde yeniden sahiplenildiği ve anlamlandırıldığı tasarım yaklaşımları bağlamında ele alındığı projenin ürünlerinin paylaşılmasıdır. Parazit mimari konusunun bir mekan tasarımı stratejisi olarak ele alındığı 3 haftalık bir tasarım projesinin ürünleri üzerinde durulan çalışmada, mimari parazitlerin biçimlenişi ve kent içindeki yayılmaları strüktürel, çevresel, deneyimsel bağlamları gözetilerek analiz edilmiş ve mekânın yeniden kullanabilme potansiyelleri sorgulanmıştır. Günümüzde mimarlık literatüründe yer bulan parazit mimari konusu, kendi yaşamını devam ettirme savıyla, var olan kentsel mekânlara, yapılara ya da altyapı elemanlarına eklemlenerek nüfuz eden, onlardan yararlanarak tek taraflı faydacı bir ilişki kuran, esnek, adapte edilebilir, geçici ama sürdürülebilir bir mekânsal yaklaşımı tarif etmektedir. Parazit mimari ev sahibi yapıya eklemlenirken, yeni bir program getirerek, farklı işlevsel olasılıklar ortaya koyarak, hem yapısal hem de deneyimsel anlamda yeni bir var olma biçimi tanımlamaktadır. Bu çerçevede mimarinin kalıcı olma savına ve durağanlığına alternatif olacak şekilde geçici ya da göçebe mekânlar ortaya koymakta, bu mekânlarda hayat bulan eylemler yeni yaşam biçimlerini doğurmaktadır. Bu çalışmada parazit mimarinin kentsel mekânda daha önce farkında olunmayan yeni mekânsal olasılıkları görünür hale getiren tasarım stratejisinin mimari tasarım stüdyosunda öğrenme sürecine katkıları üzerinde durulmuştur. Alternatif mekânsal potansiyelleri sorgulatan bu tasarım stratejisinin amacı, kriterleri ve yapısal ve kentsel ölçekte ortaya koyduğu değerler 2. sınıf mimarlık öğrencileri tarafından ele alınmış, kendi deneyimledikleri kentsel mekanlar üzerinden parazit mimari ürününe ilişkin yer önerilerini program önerileriyle ilişkisini kurarak belirlenmiş, kentsel kullanıcılarının kimler olacağı irdelenmiş, ve yerle kurulan ilişkinin deneyim olgusu üzerinden nasıl tanımlanabileceği araştırılmıştır.
This study is an analysis of the outcomes of a three-week architectural design studio project that used the parasitic intervention and appropriation of urban space as its starting point. The project examined the structural, environmental, and experiential context of parasitic architecture and considered the re-use potential of space. Parasitic architecture has found a place in contemporary architectural discourse as a spatial approach that uses existing urban spaces, structures, or infrastructure and establishes a one-sided utilitarian relationship as a way of existence. Flexibility, adaptability, temporality, and sustainability are the essential qualities of these parasitic structures. While they are attached to an existing structure, architectural parasites add new structural, programmatic, and experiential features. They are new, temporary spaces and new alternatives to the claims of permanence and stability of architecture. This study examines the contribution of parasitic architecture as a design strategy, making visible new spatial possibilities of urban space previously unrecognized. The design projects of second-year architecture students are examined in terms of the design objectives, criteria, and values of architectural parasites on a structural and an urban scale. The projects also addressed how the relationship to a space can be defined through personal experience.

12.The Evolution of Grouting and Hydraulic Lime-Based Grout Used in the Restoration of Historical Masonry Buildings
Dilek Ekşi Akbulut, Enise Yasemin Gökyiğit Arpacı, Didem Oktay, Nabi Yüzer
doi: 10.5505/megaron.2017.70298  Pages 156 - 168
Kültürlerin varlığının belgesi olmanın yanı sıra yaşanan çevrenin önemli bir parçası niteliğindeki tarihi yapıların korunması ve sonraki nesillere aktarılması büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, zaman içerisinde farklı sebeplerle hasar gören eserler; çeşitli yöntemlerle onarılmakta; yapılan uygulamalarla mimari mirasın sürdürülebilirliğinin sağlanması hedeflenmektedir. Ancak onarım yöntemleri ve malzemeleri hakkında yeterli bilimsel çalışma yapılmadan gerçekleştirilen uygulamalar, kültürel mirasın korunmasının aksine yapıya daha büyük zararlar vermekte, yeni hasarların oluşmasına neden olmaktadır.Tarihi yığma yapı onarımı sırasında sıklıkla kullanılan enjeksiyon yöntemi ve kireç esaslı enjeksiyon malzemeleri hakkında yapılan bilimsel çalışmalar ise uzun bir geçmişe sahip değildir. Özellikle ticari olarak üretilen hazır enjeksiyon malzemeleri hakkında yapılan araştırmalar çok kısıtlı düzeydedir. Uygulama sırasında üretici firmanın bilgi reçetesine güvenilmekte, uygulama öncesi ön test yapılmamakta, tek bir malzeme her yapıya uygulanmakta, özgün yapı özelinde incelenmemektedir. Oysa ki enjeksiyon yöntemi geri dönüşü olmayan bir yöntemdir ve beklenmeyen hasarlardan kaçınmak için yapılan bilimsel araştırmalar büyük önem taşımaktadır. Malzemenin yaygın kullanımına rağmen, halen kireç esaslı enjeksiyon malzemesi hakkında oluşturulmuş ulusal veya uluslararası nitelikte bir standard da yoktur. Bilimsel araştırmalar sırasında literatür verileri göz önünde bulundurulmakta; bu bağlamda konu ile ilgili literatür çalışmalarının önemi daha da artmaktadır. Bu çalışmanın amacı, tarihi yığma yapıların onarımında kullanılan kireç esaslı enjeksiyon malzemesi ve yönteminin literatür taraması ile zaman içerisinde gelişimini incelemek; ivedilikle oluşturulması gereken standartlar ve bundan sonra yapılacak bilimsel araştırmalara katkıda bulunmaktır. Çalışma kapsamında ulaşılabilen kaynaklar doğrultusunda, konu başlıkları kronolojik olarak sıralanmış, öncelikle tarihi yığma yapıların onarımı sırasında uygulanan enjeksiyon yöntemi tanımlanmış; kireç esaslı enjeksiyon malzemesinin gelişimine katkıda bulunan diğer şerbetler ve harçlarla ilgili çalışmalara değinilmiş; kireç esaslı enjeksiyon malzemelerinin ve deney yöntemlerinin gelişimi ele alınmış; son olarak ticari (hazır) enjeksiyon malzemeleri ile Türkiye’de enjeksiyon malzemesinin kullanımı ve yapılan çalışmalara yer verilmiştir.
In addition to serving as documentation of cultural existence, historical structures are important part of the living environment. Thus, it is important to transfer them to future generations. Historical buildings that have been damaged over time due to various reasons are in need of conservation and restoration. However, methods applied with lack of scientific research can have harmful effects on the structure and create new damages. The scientific research on hydraulic, lime-based grout that is frequently used in the restoration of historical buildings is insufficient. In particular, the research on commercially sold lime-based grout needs more interest. The injection of grout is an irreversible technique and more scientific research can prevent unpredictable damages. Furthermore, although it is widely used, there are no national or international standards regarding the use of hydraulic lime-based grout. The aim of this study is to analyse the development of the grouting technique and the lime based grouts used in the restoration of buildings with historical masonry structure within the literature review context and to offer a contribution to the required standards and further scientific research. This research is an examination of the available resources in related topics in a chronologic order. First, the technique used to inject the grout during the restoration of buildings with historical masonry is described. Studies performed related to other grouts and mortars that contributed to the development of the use of hydraulic, lime-based grouts are discussed. Then, the development of the hydraulic, lime-based grout material and the test methods for this material are examined. There is also an analysis on the research performed with regard to the commercially available, hydraulic, lime-based grouts. Finally, the previous and ongoing research considering the use of this grout in Turkey is mentioned in the scope of this study.



© 2024 Yıldız Teknik Üniversitesİ Mimarlık Fakültesİ



LookUs & Online Makale